Aptallık, İnsanın Kendine İhaneti mi?

01.05.2025
A+
A-
Eğitim ve Davranış Bilimci, İlişki ve Evlilik Danışmanı ve Yaşam Koçu

“Aptallık”, günlük dilde sıkça kullanılan çoğu zaman küçümseyici anlam taşıyan bir ifadedir; ancak bu kavram, sadece bireysel zekâ düzeyine ve beceriksizliğe indirgenemeyecek kadar derin ve çok katmanlıdır. Zaman zaman zekâ ve algı düzeyi yüksek insanlar da düşüncesizlik ve aptallık yapabilirler. Küçük dikkatsizliklerin sebep olduğu durumların sonunda hissedilen duygudur da.

Aptallık, sadece bilgi eksikliğiyle değil aynı zamanda algılama, düşünme ve karar verme süreçlerindeki çeşitli yetersizliklerle de ilişkilidir. Düşünme yetisi az olan veya düşüncesiz davranan kişi için de kullanılır. İkili ilişkilerdeki duygusal ve davranışsal tezahürleri yanında felsefi, psikolojik ve toplumsal etkileri bakımından da ele alınması anlam farklarını ortaya koyar. Elbette genel bir bakışta aptallık, insana mahsus bir durumdur. Her insan zaman zaman kendini aptal hissedebilir. Bazen bir hatası veya yapması gereken bir şeyi, eksik ve yanlış yapması da bu hissi tetikler.

“Aptallık” olarak değerlendirilen davranışlar, toplumsal ve kültürel farklılıklara göre de değişiklik gösterebilir. Bir kültürde normal karşılanan bir davranış, başka bir kültürde aptalca olarak nitelendirilebilir. Ayrıca bireyin içinde bulunduğu sosyal çevre ve aldığı eğitim de bilişsel gelişimini ve muhakeme becerilerini önemli ölçüde etkiler. Bu nedenle “aptallık” etiketini kullanırken dikkatli olmak ve bireyin içinde bulunduğu durumu çok yönlü değerlendirmek gerekecektir. Elbette kastım, doğuştan gelen bilişsel ve davranışsal yetersizlikler değildir. Normal becerileri olan insanların zaman zaman yaptıkları hatalardan ötürü hissettikleri duygudur da. Böyle durumlarda hissedilen hatalar, insanın kendine yönelttiği olumsuz duyguların etkisiyle ihanet gibi gelir; ama pişmanlıkla ders çıkarıldığı da olur.

İnsanın -kendi içinde hissettiği duygudan öte- toplum içinde “aptal” damgası yemesi, sosyal statüsünü ciddi şekilde etkiler. Eğitim sistemleri, medya ve sosyal normlar aracılığıyla bazı davranışlar ya da düşünme biçimleri “aptalca” ya da “akıllıca”” olarak değerlendirilir. Bu bağlamda “aptallık”, çoğu zaman toplumsal bir etiketleme biçimi olarak değerlendirilir.

Özgüven eksikliği ile yapılan davranışlarda başkalarının onayını almak, kabul görmek ve sevgilerini kazanmak için kendini görmezden gelmek, inanç ve değerlerine aykırı davranışlarda bulunmak aptallık ve kendine ihanettir. Etrafında neler olup bittiğini anlamlandıramadan farkına varamamak, aptallıktan öte insanın kendine yaptığı ihanettir; çünkü insan, elde ettiği yaşamsal becerilerle kendini değerli kılacak davranışlar yapınca özgüveni ile gurur duyan bir varlıktır.

Filozoflar da aptallık kavramını farklı şekillerde ele almışlardır. Immanuel Kant; “Aklı, başkasının yönlendirmesine bırakma hal.” olarak tanımlarken, Albert Camus; “İnsanın, gerçekliği algılamadaki yetersizliği”  olarak tanımlar. Albert Einstein ise “Var olmamış bir zekânın, var olmamaya devam edişidir” der. Kant, aklını kullanamamak olarak değerlendirirken Almus, olup biteni algılayamamak olarak tanımlamıştır. Einstein ise doğuştan zekâ eksikliğine bağlamıştır. Üç farklı tanım; ama ortak paydaları, aklın kullanılamamasıdır.

“Aptallık” psikolojik bir kavram olarak ele alındığında, karmaşık ve çok boyutlu bir yapıya işaret eder. Zekâ, bilişsel yetenekler, muhakeme süreçleri ve davranışsal örüntülerle yakından ilişkili olması nedeniyle bireyin; çevresini anlama, sorun çözme ve uygun tepkiler verme becerilerindeki belirgin eksiklikleri de ifade eder. Aptallık hissinin altında yatan nedenleri ve bireyin yaşamındaki etkileri incelendiğinde; bir yetersizliğin veya yanlışlığın ortaya çıkmasıyla hissedilen duygu biçimidir.

Bilişsel süreçte yapılan aptallık, algı becerisi ve yaşamdaki aksaklıklarla kendini gösterir. Bireyin çevresel bilgiyi doğru bir şekilde algılamakta zorlanması, yanlış yorumlamasına ve hatalı çıkarımlarına yol açar. Dikkat eksikliği ile bilgilere odaklanma ve sürdürme güçlüğü çekilerek, detayların gözden kaçırılması ve yüzeysel bir anlayışa neden olunması, “aptallık” yapıldığı hissini duyumsatacaktır. Sonuçta; yeni bilgileri öğrenme, depolama ve hatırlamada yaşanılan zorluklarla deneyimlerden ders çıkarma ve geleceğe yönelik planlama becerilerinin yapılamadığı anlaşılır. Mantıksal düşünme, neden-sonuç ilişkilerini kurma ve karmaşık sorunlara çözüm üretme becerilerindeki yetersizlikler hatalı kararlar almaya ve başarısız sonuçlara yol açacaktır; oluşacak olan eksiklik hissi de “aptallığa” dönecektir.

Başarının duygusal doyumuna, her insan ihtiyaç duyar. Bu doyumun nedeni olan davranışlardaki eksikliğin kabul edilememesiyle duyulan his, kendine ihanet gibi olacaktır. Bazen aptalca olarak nitelendirilebilecek davranışlarda önemli bir rol oynayan bu eksiklik, daha iyiye ulaşmada artı değer de taşıyabilecektir! Yeni şeyler öğrenmeye karşı duyulan isteksizlik ve mevcut inançlara sıkı sıkıya bağlılık, bilgi dağarcığının sınırlı kalmasına ve hatalı düşünce biçimlerinin sürdürülmesine neden olabilecektir.

Davranışların veya tepkilerin, “aptallık”la yapıldığı hissine varılabilmesi için salt bir zekâya sahip olunması gerekecektir. Aynı zamanda duygusallığın, aklı perdelemesiyle yapılan davranışların aptalca olduğu hissi; kendine yöneltilecek en büyük eleştiridir de. İnsanın davranışlarına yönelteceği sorgulama yetisinin seviyesi, her insanın ulaşması gereken bir bilinç düzeyi olduğundan bu bir şanstır; ama insanın, çevresinde ve yaşamsal durumlarındaki içine düştüğü biatın karanlığı ile fark edememesi kendine ihanetidir. Zekâ ve bilinç seviyesine -sorgulama becerisinin yapabilecek düzeyde olmasına rağmen- gerek duyulmaması, bir insanın kendine yapabileceği en büyük kötülüktür. Bu kötülüğün kendine ihanet olduğunu, çok daha sonra farkındalığını kazanınca anlayabilecektir. Elbette inanç, sorgulamaya ihtiyaç duyulmadığında gerçekleşen bir seviyedir. Her insanın, inanca ihtiyacı vardır. İnanç; “Bir düşünceye çok sağlam bir biçimde içten gönülden bağlı bulunma, bir düşünceyi güvenle doğru sayma halidir.” Sorgulama ihtiyacı olmaz, ondan güç alınır. Davranışın özgüven desteği alınarak bilinç düzeyi ile yapılması, inancın gücünü belirler. İnancın gücü ile yapılması gereken bir şeyin yapılamamasının aptalca bulunması bu yüzdendir. Böyle durumlarda yapılan aptallık, tekrarlanmaz ve öğreticidir; ama ihanet olarak değerlendirilmekten de kurtulamaz.

Bilgi eksikliği ile yetersizlik ve aptallık hissi sonucunda başkalarına duyulacak hayranlıkla ortaya çıkan “sorgulamama” ihtiyacı, biat etmeye sebep olacaktır. “Biat“ın kör karanlığı, insanın en önemli donanımı olması gereken sorgulama ihtiyacını engellediğinden; “körü-körüne” teslim olmayı getirecektir. Körü körüne teslim olmanın en önemli garabeti, içine düştüğü durumun “biat karanlığı” olduğunu algılayamamaktır. Daha acı tarafı, kendine ihanet ettiğini bile algılayamaz duruma gelecektir. Akıl, zekâ, bilinç, özgüven ve farkındalık gibi insanın en önemli donanımlarına ihtiyaç duymamasını sağlayarak biatın çemberi içinde çoğu şeyin farkına bile varmadan aptallığının tadını çıkaracaktır!

Pişmanlık duyulacak ve mantıksız olarak görülebilecek davranışlara yol açan sorgulama ihtiyaçsızlığı aptallığın tezahürü sonucunda görülebilecektir. Böyle bir aptallık; kendini geliştirme ve hatalardan ders çıkarma becerilerini önleyen körlük haline gelerek, insan değerini yerle bir etmeye yetecektir. Tutarsız ve değersiz davranışların yapılması bile önemsenmeyecek duruma gelecektir. Daha sonra farkına varılan aptallığın insanın kendine ihaneti olduğunu anlaması, kaybettiği değerleri yerine getirebilecek midir?

Yazarın Son Yazıları
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.