Hakikat, Gerçeğin Ütopyası mı?

21.09.2024
A+
A-
Eğitim ve Davranış Bilimci, İlişki ve Evlilik Danışmanı ve Yaşam Koçu

“Gerçeklik”, her insanda ve toplumda tartışmasız önemli bir ütopyadır. Her söylem ve eylemin algısı gerçek olduğunda dikkate alınır ve değer verilir. Aslında bu değer kolay elde edilmediği için çok yüksekte tutulur; çünkü gerçek katmanına ulaşmak zordur. İnanırlılık, tutarlılık, netlik, etik değerler, doğru tavır ve güven gibi dinamiklerin etkisiyle ortaya çıkan eksiklikler, o katmanın kapısını tutmaya başlarlar. Kapı zorlansa da içeri girmek zordur. Tüm karşıt düşüncelerin sorgusu aşılsa da kabul hemen gerçekleşmez. Karşıt düşünceler faaliyete geçmez ise kabule geçmenin kolaylığı ile kapı açılmaya başlayacaktır. Karşıt düşünceler, ortalıkta görünmediğinden kabul kolaydır artık. Aslında gerçek; “Algılanan var olanın onaylanmasıdır.” Yani, her insan kendi bilinci ile kabule geçmiştir. Bu süreçte karşıt düşünceleri razı etmenin zorluğu onayı, kıymetli kılmıştır.

Düşüncenin, gerçek ile ilişkisi her zaman merak konusudur. Düşüncelerin gücü, zorlu yolları aşarak bilinç düzeyine ulaşır. Gerçek, “Kabulden sonra varılan sonuçtur.” da. Çatışmalar bitmiş, dikenli yollar aşılmış, karşıt düşüncelerin gücü azalmış ve düzlüğe çıkılmıştır. Artık kabul gerçekleştiği için Var olan şey” gerçektir. Var olmak ile mevcut olmanın arasındaki derin farkın gerçeklikle ifadesi, kolay değildir; ama var olmanın derin izdüşümünde mevcudiyetin gölgesi bile bulunmaz, gerçek vardır. Her mevcut olan, gerçek değildir.

Gerçeğin, “Tekrarlanan gözlem ve deneylerle aynı şartlarda aynı sonuçları verdiği kesin olarak belirlenen.” olarak tanımlanması, akla ve mantığa uygun olmasını da gerektirecektir.

-“Her insanda akıl ve mantık düzeyi aynı mıdır?” sorusu, işleri karıştırır. Her insanda farklı olan akıl, mantık ve bilinç düzeyleri gerçeğin oluşmasında en önemli etkendir. Bu düzeyin güçlü olması, gerçek ile çatışacağı düşüncesini çağrıştıracaktır. Akıl ve farkındalığı belirli düzeyde olmayanlar için gerçek, çatışmasız ortamda kendi seyrinde olur ve fark edilmez bile: çünkü akıl ve farkındalık belirli düzeyde ise gerçek vardır. Varılan katmanın değişmezliği, gerçek için önemli bir seviyedir.  “Sonuç, ne kadar değişmez ise o, kadar gerçektir.”  O seviyenin yolu çok diktir. Gerçek, hissin tam kabulü ile oluştuğundan, karşıt düşünceler tatmin olmuş demektir. Bilimsel verilerle elde edilen sonuçların değişmezliği bile tartışılırken, gerçeğin akıl ve bilinç ile ilişkisi her zaman önde tutulur ve etkindir.

Taş olarak bildiğiniz bir cisme -“Bak, bu taş.” dendiğinde, -“Evet, taş.” dersiniz; ama bir jeolog veya maden mühendisine dediğinizde; -“Hayır o taş değil …” diye başlayan cümle ile onun başka bir şey olduğunu söylerler. Burada belirleyici unsur, bilinç düzeyi olmuştur. “Gerçek” kelimesini sadece “gözle görülen” olarak algılayan bir insan için görüntü gerçektir; ama düşüncesinin gerçekliği o anda hiç aklına gelmez. Görünen şeyin gerçek olduğunu belirleyen şey, sadece görülmesini sağlayan cisimsel boyut olmuştur. Bilimsel gözlükle bakan biri için gerçek, cisim değil deney ve incelemeler sonunda ulaşılan sonuç olmuştur.

Yemek tabağına bakan birisi, hele bir de karnı aç ve sevdiği bir yemek ise beynine bir anda yemeğin tadından lezzetine kadar hisler hücum eder. Hisler, yemeğin cisminden öte lezzetini ve tadını çağrıştıracaklardır. Bir anda yemek, gerçek cisimden hisse dönüşmüştür ve ağzını bile sulandırmıştır. His, bakan için daha gerçektir aslında. Gerçek, histe yoğunlaşmıştır. Gerçek, hem cisim olmuş hem de his olmuştur; ama burada his, daha baskın haldedir.

Boyutuyla gerçek olarak görülen bir cismin bir anda yandığı düşünüldüğünde; cisimsel gerçeklik yerinde duracak mıdır? Hayır. Elbette yok olmamıştır, yapısı değişmiştir. Ya kül olmuştur ya duman ya da enerji olarak havaya karışmıştır. Gerçek, sadece mevcudiyet penceresinden bakıldığında sanal hale gelmiştir. Aslında görünen, görünmeyen, hissedilen hiçbir şeyin gerçekliği kaybolmaz. Başı ağrıyan birinin hissettiği ağrı gerçektir; ama başkası için değildir. Gerçek göreceli hale gelmiştir.

Gerçeğin oluşma evresinde doğru çok önemli bir dinamiktir. Doğru ile gerçeğin arasındaki bağıntıyı sağlayan akıl, her insanda aynı derecede olmadığından; doğru ve gerçeğin izdüşümleri de farklıdır. Gerçek ve doğru birbirine muhtaçtır. Gidilen yolun doğruluğu veya yanlışlığı, gerçeğin ortaya çıkmasını etkileyecektir; ama doğru, her zaman gerçek olmayabilecektir! Bazı doğrular, “gerçek”ten bağımsızdır. Doğru, gerçek olduğunda aklın onayı beklenirken, gerçeğin doğruluğu insandan insana değiştiği için göreceli hale gelmesi her zaman onaylanmaz. Tek başına da doğrunun müşterisi olacaktır. Çokça duyduğumuz: -“Bana göre…” ile başlayan cümle, doğruyu kendine has kılmıştır! Onaylanan her şeyin, akıl ile ilişkisi doğrudan olduğu halde inanırlığın onayı ise görecelidir. İnanmanın, akılla ilişkisi her zaman şart olduğundan her insanda farklı olacaktır. İnanmanın çok yönlü dinamikleri, hem doğrunun hem de gerçeğin belirleyicisi konumunda başrol oynamaya devam edecektir.

İnsanın söz, davranış ve niyet bakımından dürüst ve iyilikten yana olması doğruluk kavramıyla ifade edilir. Doğruluk, “Doğrulanabilir bilginin kuramsal ifadesidir.” olarak algılandığında bilgiye yaslanmasıyla güçlenmiştir. Doğru olmak, gerçek olmanın zorunlu bir şartıdır. Doğru olmayan gerçek de olmayacaktır. Bir başka tanımda doğru; “Gerçekliğe uygun düşen önerme ve kuramlardır.” Bu kuramların asıl hedefinde ve ütopyasında olan “hakikat”, genel anlamda, “Nesnel gerçeğin düşüncedeki yansıması” olarak tanımlanmaktadır. Gerçek ile hakikat aynı şeyler değildir. “Gerçek, nesnel varoluş; hakikat ise bu nesnel varoluşun düşüncedeki öznel yansımasıdır.” tanımı aslında “hakikat”in her insanda farklı etkide bulunan düşünce, his, akıl, mantık ve farkındalıkla bütünleşerek oluştuğunu açıklamaktadır. Örneğin elimizde tuttuğumuz bir kalem gerçek, onun zihnimizdeki yansıması hakikattir. Kalemin çağrıştırdığı derinlik, gerçekliğinden çok daha derinde algılanmaya başlayınca; hakikatin keskin hissi, bilince hâkim olmuştur. Kalemin, çağrıştırdığı detay ve hisler, bilinçteki yerini aldığında artık o “hakikat”tir. Kalemin gerçekliği, zihne bağlı olmadan vardır. Algıya düşen hissi ise kalemin “hakikat”idir. Birisi için ilk harfi yazabildiği kalemin hissi, diğeri için karakalem ile yaptığı resimden aldığı “aferin”nin mutluluk hissi, kalemin “hakikat”i olmuştur.

İçinde bulunulan hal, durum, yer, yön ve zamana göre algımızdaki gerçeklerin izdüşümleri değişebilecektir; ama “hakikat”i değişmeyecektir. Hakikat, gerçeğin ütopyası olarak hisse düşmeye başladığında; tüm zıt dinamikler etkisizleşmeye, şüphelerin ateşi sönmeye ve dinginliğin hissi çökmeye başlamıştır. Gerçek, zorlu yollar kat ederek hakikat katmanına ulaşmış ve “var”lık bilincinde yerini almıştır. Hayatın seyrini değiştiren yaşam dinamiklerinden ne kadarı “hakikat” hissine ulaşmışsa o kadar yaşama kafa tutma gücü elde edilmiş demektir. Farkındalıklar, bilinçler ve inançlar, “hakikat” katmanında en güçlü konumlarındadırlar.

Ahmet Bayındır

Eğitim ve Davranış Bilimci

İlişki ve Evlilik Danışmanı

Yaşam Koçu

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.