Hayat, Hediye mi?
Beklenen, planlanan ve istenen bir süreçte, “Hamileyim!” demenin coşkusunu yaşayan anne, aslında henüz cenin olan insana yaşam enerjisi yüklemektedir. Aile evlat hissinin mutluluğunu yaşarken yaşamları yeniden şekillenmeye başlar; ama planlanmayan, istenmeyen, beklenmeyen veya insanlık dışı hamileliklerde sevinç de olmaz, coşku da! Onlar için hayatın akışı belirsizleşir.
Planlanan bir süreçte olumlu duygu ve hislerle geçen hamilelikten sonra dünyaya gelen bebeğini kucağına alan annenin, his ve duygu yoğunluğunun tarifi yoktur. Aile, hediyenin hazzını iliklerine kadar hissetmektedir. Hediyenin şükranını yaşayan anne baba, asıl hediyenin bebeğe verildiğinin farkında değildir; hayat!
Büyüme zamanları, su gibi akar. “Ne çabuk da büyüdü!” söylemi, aslında bunun ispatı ve hissin aidiyetidir. Gelişim sürecinde, aile ve toplumun değer yargıları, yönelimler ve inanışlar davranışlara tezahür ederek her insanı farklılaştırır. Hayatın, hediye mi emanet mi geçici bir şey mi yoksa sınav alanı mı olduğu gibi inanışlar gelişir. Aile ve toplumsal etkiler, bu sürecin asıl gücünü oluşturur. Onun için hayatın, nasıl anlaşıldığı sorularına farklı cevaplar verilir. Aslında farklılıklar, toplumun olmazsa olmazı ve aynasıdır.
Kaynaklarda, “Karşılığında herhangi bir şey beklemeksizin verilen.” olarak tanımlanan “Hediye”nin anlamı, lütuf ve şükran hissini tetikler. Aslında hediye, alınan nefesin sayısı kadardır. Sürecin kısıtlılığı, burukluk hissettirir; ama hediyenin hangi zamanda, hangi düşünce ile nasıl süslenebileceğini belirleme çabaları ile hayatın seyri değişir. Anlamdaki bu değişim, mutluluk ve aidiyet hissini artırarak hayatı güzelleştirir. Diğer dinamikler -görev gibi algılanacağından- hayata dair şükran ve iyi hissin azalmasına sebep olacaktır. Kolektif kültürümüzdeki “ebedi hayat” düşüncesi etkindir. Devam etmekte olan hayatın değersizleşmesi gerektiği ve hızla geçerek ebedi hayata kavuşulması gerektiği zannını çağrıştırır. Sınavın gerginliği ise insan fıtratındaki korku, kaygı ve başarısızlığı tetikler.
Hayat, karşılık beklenen görev gibi kabul edildiğinde, değeri azalacaktır. Her anın tam yaşama mutluluğunu hissetmesi, insanın kendine verebileceği en büyük hediyedir. Bir defa sunulduğunun farkındalığı, onu bilincin en üst katmanına çıkararak, daha değerli hale getirecektir. Hediye de emanet de sınav yeri de geçici de kabul edilse çarçur etmeden, her anını hissederek yaşamak gerektiği algısına ulaşıldığında; hediyenin daha çok kıymeti bilinecektir.
Hayatına sadece kendisinin anlam kazandırabileceğini fark eden insan, yaşamın herkese sunmakta olduğu donanımların da sadece kendi becerileriyle elde edilebileceğini anlamasına yol açar. Benzersizlik ve geri dönüşsüzlük gerçeğini anlamadan, hediye olduğu da anlaşılmaz. Hayatın en küçük anı olan şimdinin gücü hissedildiğinde; hayat, her nefeste biraz daha değerli hale gelir. İyi veya kötü geçmesi onun değerini azaltmaz. İyi ve kötünün döngü enerjisi ile eşdeğer akışın bir kuralı olduğunu anlayan insan, hayatının kolaylaştığını fark eder. Bu kolaylığın bireysel beceri ve donanımların getirisi olduğu algıladığında; gerçek değerin kendisi olduğunu da anlayacaktır. Hayat gibi olağanüstü bir hediyenin verilmesi, şükran duygusunu hissettirir.
Sabah uyanmak, aslında mucizedir! Uyumadan önceki düşünce, his, duygu ve hayaller uyanınca devam edebilecektir ancak. Ya uyanamazsam diye, hiç düşündünüz mü? O zaman tüm hayaller, hisler ve duygular kaybolup gideceğinden; inanç kalıplarından bağımsız, hayatın ve yeni bir güne uyanmanın lütuf ve teşekkür duygusu ile anlamlandırılması gerekmez mi? Nefes alabildiğimiz, düşünebildiğimiz, konuşabildiğimiz, tepki verebildiğimiz kısaca; hayatı hissettiğimiz için minnettarlık ve şükran duygusu içimize dolması gerekir.
Her yeni güne uyanabilmek, yürüyebilmek, nefes alabilmenin hazzını hissedebilmek gibi basit görünen eylemlerin bile hediye olduğu fark edilmeden, hayatın değeri tam anlaşılabilecek midir?
Sağlıklı bir bedene ve ruha sahip olmak, büyük bir armağandır. Mutlu hisseden bir insanın mutluluğu, çevresine de bulaşır. Özlem, kaygı, stres, hüzün, kahır, isyan, küfür ve öfke hissiyle hayatın değeri anlaşılabilecek midir? “Her şey, tersi ile vardır.” ilkesinin bilinmesi, hayatın hiçbir zaman aynı düzeyde duygu ve düşünce ile hissedilmeyeceğini de anlatır. Kötü hissettiğinizde; bilin ki iyiye hissetmeye az kalmıştır.
Durduğunda ancak sona gelindiği anlaşılan -başlanılan noktaya dönülemeyen- bir dönme dolaptır hayat. Küçük bir hareketle başlayıp, gittikçe yükseklere çıkan dönme dolabın inmeye başladığını ve durmak için yavaşladığını anlayan insan, zamanın, hissin, nefesin, hazzın ve hayatın doyumsuzluğunu hissederek her şeyin bir anda bitebileceği algısına ulaşır. Nefesinin sayılı olduğu bilinciyle hayatı tam yaşamak gerektiği hissi, hayatın her anını yaşadığında tezahür eder.
İnanç, nefes, aile, evlat, sevgi, aidiyet, güven, mutluluk ve zaman gibi manevi değerlerin “hayatın hediyeleri” olarak algılanması, hayat ile bağı güçlendirecektir. Bu hediyelerin, standart bir zamanda ve pakette gelmeyeceğini fark etmek; aslında yeni bir bilinç katmanına ulaşmaktır. Bazen en yakınında olması bile onun fark edilmesini kolaylaştırmaz. Farkındalık düzeyinin yüksekliği, alınan her nefesin ve hediyenin en iyi şekilde yaşanmasının şartı olarak görülmesini sağlayacaktır; çünkü fark edilmeyen her şey, yoktur. Yaşamak için tek bir şansının olduğu bilinci, insanda şükran duygusunu tetikleyerek nefes almanın değerini yüceltir.
Kolektif kültürümüzde; hayatın farklı değerlendirmelerinin hepsi insana verilen değeri anlatır. Bu, “İyi insan ol, insanlara iyilik yap ve içinde sevgi denizinin dalgalarını coştur ve mutlu ol!” anlamına gelecektir. Armağan, -bir varış noktası değil- hayatın tadı ile hissedilebileceği anlamını taşır. Önemli olan, bu armağanı en iyi şekilde değerlendirerek, alınan nefesin minnetini duymaktır.
Hediyenin, hayatında varlığını hissedene verilebileceğini düşündüğümüzde; “var” olmanın önemi ortaya çıkar. Var olmayan birine, hediye verilebilecek midir? Kendi hayatında “Var” olmayı başararak, hayatının muktediri olmadan; hayat, hediye de olsa, emanet de olsa değeri bilinebilecek midir? Hayatın hissedilmeden, zamanın rakamları arasında kaybolup gittiğinin bile farkına varılamayacaktır.
İnsan, yaşamdan elde ettiği bireysel donanımlarla hayatının patronu olmayı başardığında; hayatın kendine hediye edildiğini anlar. Hayatının başrolüne ulaşmayı, kimsenin etkisi olmadan başardığında ise hediyeyi benimsemeye, güzelleştirmeye çabalar. “Bu benim hayatım” diye aidiyet hisseder; oysaki emanete dokunamayıp olduğu gibi koruması gerektiğinden aidiyet hissedilmez. Hediye olduğu bilinci; var olmanın değerini bilmeyi, verilen zamanı iyi kullanmayı ve hayata daha büyük bir özen ve tutkuyla bağlanmayı öğretir.
Hediyeyi verene şükran duyma hazzı, bilincin en üst katmanında gerçekleşir. Onun için var olma bilinci, insanı güçlü kılan, en önemli donanımdır. Ertelenen hayallerin gerçekleşmesini zamana bırakmaya, mutlu olmayı beklemeye, sevdiklerimize sarılmaya ve gülmeye vakit olduğunu biliyor muyuz? Ya yoksa!
Hayat nasıl kabul edilirse edilsin, iyi insan olmayı başarmak zorunda olduğumuzu anladığımızda; hayat, tam hissedilecek ve en yakın çevreye hissettirilecektir. İyi ya da kötü gibi hissedilen şeylerin, aslında bize mesaj olduğunu anlamak; hediyenin değerini artırır. Hayatın, yazboz tahtası olmadığını anlamak için mesajı iyi okuyarak, olanı kabul şuuru ile yaşandığında değeri anlaşılacaktır.
Hayat, uyandığımızda yeni güne verilmiş olağanüstü bir hediyedir; ne yapılması gerekiyorsa bugün, hatta şimdi yapılması için fırsat tanıdığını fark ediyor muyuz?