Yaşamın Farkında mısınız?

30.08.2023
A+
A-
Eğitim ve Davranış Bilimci, İlişki ve Evlilik Danışmanı ve Yaşam Koçu

-“Yaşam nedir?” sorusuna, her insanın mutlak bir cevabı vardır; ama herkesin tanımı farklıdır. Elbette tanımı da hissettiği kadar olacaktır. İçinden geçtiği süreci, sadece bir sayaç olarak hissedende başka, merkezinde olduğunu hissederek, kendini gerçekleştirmiş olanda başka bir tanımı olacaktır. Her canlının, bir kez hissetme şansının ve hakkının olduğu şeyin adı “yaşam”dır. Tek olmasının onu ne kadar değerli yaptığı hemen algılanmaz; ama algılandığında çok değer verilmesi gerektiği hissi uyanacaktır. Kaybedince, bir daha bulma şansının bulunmaması, bir saniye bile hissedilmeden geçirilmemesi gerektiğinin farkındalığı ise insanı telaşa sokar. Hissedildiği sürece ona ulaşılabilmesi, bilince yüklenmeden algılanmamasını sağlar. Kendi döngüsündeki sürecin, yaşam olduğu nedense her zaman algılanmaz.

Yaşamın nasıl başladığı merakı, bilim insanlarını çeşitli araştırmalara sürükledi. Yaşamın kökeni araştırmalarında Yaşam; basit organik bileşiklerle, uygun koşullar altında cansız maddelerden ürer.” görüşüyle, yaşamın doğal süreci ifade edilerek “Abiyogenez” kuramı; “Bir canlı maddenin, sadece canlı bir maddeden” üreyebileceği ile de “Biyogenez kuramı öne çıktı. Bir birine karşıt iki görüş, biyoloji bilim dünyasında çalkantılara sebep olurken, Charles Darwin’de “Evrim Teorisi” ile çalkantıyı biraz daha artırdı. Günümüzde de hala bu tartışmaların sürmesi, araştırmaların bitmediğini göstermektedir. Bu kuramların, -politik görüş farklılıklarına malzeme yapılması garip olsa da- metafizik ve mistik alana çekilmeye devam ettiğini görmekteyiz. Söz konusu “yaşam” olunca, onun nasıl başladığının merakı ve araştırmaları devam ede dursun; Canlılar, ekosistemde hayatta kalmak için değişir. görüşü de çalkantıyı daha da artırmıştır. Bu görüşle canlıların; maddesel olarak yok olmalarının, yeni yaşam formlarına geçmelerine engel olmadığı gerçeği göz önündedir. Biyolojik olarak, “Ölüm, bir organizmayı ayakta tutan tüm biyolojik süreçlerin kalıcı olarak sona ermesi ve yaşamının sonudur.” görüşü, maddesel bir sonuç değildir. Üstelik maddenin de toprakta başka yaşam formlarına döndüğü, bilim çevrelerinin kabulüdür. Bir saniye önce canlı, bir saniye sonra cansız olan bedende ne olmuştur? Biyolojik bedenin canlılığını ifade eden şeyin, görünmeyen bir enerji olması, yok oluş mantığını değiştirmez mi? Beden faaliyetinin durması, yok oluş mu olacaktır? Yokluk kavramı, mevcudiyetin ötesinde düşünsel bir his olduğuna göre ölüm sanılan şey, mevcudiyetin kaybedilmesi değildir. Bir mevcudiyet hala vardır; ama ivmesel eylem yoktur artık. Ortada değersiz bir beden kalmıştır! Yaşamsal ivmeyi var eden bir şeyin olduğu mantığı gelişmez mi? Bunun mistik anlamı, ruh olsa da düşünsel boyutta daha derinde anlamlandırılması gerekmeyecek midir?

Biyolojik faaliyetin sona ermesinden sonraki bölüm, farklı bir bilinçle ifade edilebilecektir. Mistik anlamda başka, maddesel anlamda başka olduğunu; kabullenme ve kültürler arasındaki farklılıkların tezahüründe görüyoruz. Bizim kültürümüzde yaşamın bitmediği, biyolojik sonun bir anlamının olmadığı ve gerçek yaşamın ondan sonra başladığı görüşü hâkimdir. Elbette kabullenme ve inanç sistemiyle ilgili olması, farklı düşünsel ifadeleri çağrıştıracaktır; ama düşünce, kabullenilmeye başlandığında inanç haline gelecektir. Toplumumuzda, gerçek yaşam inancı vardır, ölüm bir son değildir.

Yaşamın ne olup ne olmadığı, bilim insanları ve filozoflar için bir meydan okuma arenasına döndüğü görülmektedir. İnanışın birine göre yaşamın bir madde değil bir süreç olması, diğerine göre ise yaşamın sona erdiğinin kabulü; farklı düşünceleri gündemde tutmaya devam etmektedir. Çokça duyduğumuz; “beyin ölümü” veya “biyolojik ölüm” söylemlerindeki farklılıklar, konuyu “düşünce – madde” boyutuna taşımaya devam etmektedir. Bu iki kavaramın çatışması, insanlık tarihi kadar eskidir. İnanç sistemimize göre biyolojik boyutta devam etmeyen yaşam, gerçek olanda devam etmektedir. Devam eden şey nedir? Düşünce. Düşünce ölür mü? Hayır. Ölmeyen şey nasıl yok olacaktır?

Sağlık deyince, sadece biyoloji akla gelmediğine göre ruh sağlığı veya beden sağlığı gündeme gelmez mi? Elbette beden sağlıksızlığının düşünce sağlığını da olumsuz yönde etkilediği ortamda, ikisinin de el ele doyumlarıyla yaşam dediğimiz bir algıya dönen kavram var olabilecektir.

Yaşamın, düşünsel tarafı vardır ki tamamen sonsuzluğa uzanan bir belirsizliktir. Düşündükçe derine yol alınan şey, insanın yaşamda bıraktığı izlerdir aslında. İnsan mezarda da olsa mevcuttur; ama düşünsel boyutta varlığı devam etmektedir! Düşünceye ulaşılmasının hisle beslendiğini var sayarsak, hislerdeki şimşekten daha fazla olan hız, insanın başını döndürecektir. Bu kadar hızda, -“Yaşam nedir?” sorusuna yorum bile yapamadan, gittikçe derine dalan bir sürece sürüklendiğimizi fark ediyor musunuz? Yaşamı tam algılamadan, düşüncesi nasıl algılanacaktır? Sonsuzluğa uzanan, gelecekte de var olma hissi ile şimdiki yaşamın iç içe olduğunu anlamak zor olmayacak mı? Yaşamsal ivme devem ederken, bırakılan izlerin gelecekte de var olacağı, yeni sorgulamaları getirmez mi? Aramızdan ayrılan bir insanın varlığının hala devam etmesinin cevabı ne olacaktır?

Yaşamdan ne kadar pay alabildiğimiz ile ölçülebilen; -“Yaşamı ne kadar hissediyorsunuz?” sorusunu cevaplayan her insanın, cevabı aynı olur mu? Hayır. Eminim ki bu yazıyı okuyan kişi kadar çeşitte cevap olacaktır. Yaşam ne kadar hissedilmişse, cevaplar da o kadar olacaktır. Soruda da saklı olan anlam; yaşamla iyi geçinmektir aslında. Yaşamla iyi geçinilemediğinde insan; umursanmayan ve değersiz bir varlık olarak yaşam tarafından tepelenecektir. Yaşamın hissedildiği kadar değer taşıması, bireyin kendini biraz daha fazla önemsemesini çağrıştıracaktır. Yaratılıştan gelen, olağanüstü bir kazanım olan aklın; neyi ne kadar, ne zaman, nerede yapılacağını ve neyi tercih edeceğini belirlemesi, hem değerini, hem de gücünü artıracaktır. Yaşamla barışılması, bu gücün kullanımına bağlı olarak gelişecektir.

Hem düşünsel hem davranışsal tercihlerinin yaşamını nasıl değiştirdiğini hissettikçe güçlenen birey, yaşama da kafa tutacak duruma geldiğini anlayacaktır. Elbette kafa tutmak savaşmak anlamında değildir. Yaşam, bireysel kazanımlarını elde etmiş, kendini gerçekleştirmiş bireylerin, istediklerini sunacağı anlamındadır. Etrafınızda, nerede bir güçsüz insan var ise o kadar sorun, ne kadar güçlü insan varsa da o kadar başarı ve mutluluk söylemlerini dinlersiniz. Olanı olduğu gibi kabul etmiş, kendine güvenini her an tazeleyen bir insanın mutsuzluğu söz konusu olmayacaktır; çünkü mutsuzluğunu bile mutluluğa ulaşma zamanının başlangıcı saymıştır. Yani yaşamla iyi geçinmeye başlamıştır. Karşı durmadan, teslim olmadan ve savaşmadan, sadece getirdiklerine teslim olarak yaşamdan hak ettiğini alan insan; bir tek kendi yaşamıyla değil, tüm ilişkilerinde iyi geçinecek beceriyi elde etmiş demektir.

Sahi, -“Yaşamınızla aranız iyi mi?”

 

——————— ———————

YouTube : Yaşam Şimdidir- Ahmet Bayındır

İletişim   : ahmetbayindir@gmail.com

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.