Davranış – Kişilik İlişkisi

22.01.2024
A+
A-
Eğitim ve Davranış Bilimci, İlişki ve Evlilik Danışmanı ve Yaşam Koçu

Davranış, “bilişsel, duyusal, psiko-motor ve içgüdüsel olarak ortaya çıkan tepkiler” olarak tanımlanmaktadır. Etki-tepki sonucunda yapılan davranışlar açıktan gelişirken, içgüdüsel olarak gelişenler canlıların türüne has genetik özellikler taşır ve davranışlar, genellikle “refleks” halinde yapılır. Anlık tepki biçimiyle gelişir ve çoğu kez kontrolsüzdür. Bilincin etkilemekte geç kaldığı bu davranışlar, düşünce etkisi dışında ve aniden yapılır. Düşünce üretildikten sonra yapılan davranışlar ise genellikle kişilik etkisinde bilinçle tetiklenir.

Kişilik etkin hale gelmeden ve düşünülmeden yapılan içgüdüsel davranışların, zaman zaman sosyal kural ve baskılara ters olsa da önlenmesi zordur. Davranışların etkilendiği karmaşıklık arttıkça, tezahür şekli de değişkenlik gösterecektir. Değiştikçe, hangi etkenin öne çıktığı belirsizlik taşır; ama tezahür şekli belirleyiciliği kolaylaştıracaktır. Davranışın hangi etkenin etkileşiminde olduğu algılanmasına karşın, refleks davranışların nasıl etkilendiği hemen anlaşılamayacaktır. Düşünülmeden aniden ortaya çıkar ve karakter kaynaklıdır. Sosyal uyum ve öğrenme ile gelişen toplumsal değerlerin öne çıktığı etkileşimler, kişilik kaynaklıdır. Kişiliğin etkisinde olan davranışların düşünce üretildikten sonra yapılmasının nedeni; akıl ve zekânın devreye girmesidir. Zaman yönetilmeye ve değerlendirmeler artmaya başlamıştır.

Karakter kaynaklı hisler, özde vardır; hiç bir etkinin kapsamında değillerdir ve tek başlarına etkendirler. İzin almazlar. Genellikle düşünülmeden aniden ortaya çıkarlar. Çokça duyulan; -“Ben nasıl o davranışı yaptım, inanamadım.” söylemlerinin pişmanlığı, genellikle sosyal çevreye uyumsuzluk içerdiğindendir. Nitekim o davranış, bir şekilde yapılmıştır. Bilinci ve sosyal baskıları etkisizleştiren ne olmuştur? Duygusallık, sinirlilik, korku, kaygı, gerginlik ve tedirginlikler refleks davranışların ortaya çıkmasını körüklemiştir.

Genellikle kişiliğin etkin olduğu ve sorgulama sürecinin başrolündeki akıl ile ortaya çıkan etki, davranışı refleksten uzaklaştıracaktır. Değerlendirilerek yapıldığı için kişilik donanımları etkin hale gelmiştir. Öğrenme ile gelişen bilgiye dayalı duyusal tepkiler, belirli bir süreçte gerçekleşebilecektir. Bilgi ile varılabilen bilinçlenmenin, durmaksızın devam etmesi, kişiliğin tanımındaki ucu açık süreç ile benzeşir. Kişiliğin hayatın sonuna kadar değişim göstermesi, davranışları da sürekli değiştirecektir. Kişilik, hayatın bitimine kadar süren ve sürekli değişen kazanımlardır. Davranış ve yaşam sürecinin sosyal ve bireysel dürtülerinin belirlenmesinde başrol oynar. Hayat boyunca edinilen ahlaksal, dinsel, sosyal, bireysel ve toplumsal değerleri içinde barındırmasıyla başrole çıkan kişilik; hem hayatın hem de davranışın ana belirleyicisi konumundadır. Elbette zaman zaman refleks davranışları tetikleyen karakter de -bireyin özü olduğundan- davranışın başka bir dinamiği konumundadır. Karakterin etkisini tetikleyen etkenler, pasif ise yani hayat, şimdide hissedilmiyorsa refleks davranışların sürprizi yaşanmayacaktır. Yaşam, şimdide hissedilmediğinde duygusallık aktiftir; ama maalesef akıl aktif değildir. Ortama göre tetiklenme olacağından dalgaların sürüklediği, ipini koparan sandal gibi dengesizlik ve salınım içeren davranışlar yapılması kaçınılmaz hale gelecektir. Duygusallıkla yapılan davranışlar, bir süre sonra akıl devreye girdiğinde yani yaşamın şimdisi hissedildiğinde; davranışların telafisi için mahcubiyet ve özür dilemeler, tekrarlar hale gelecektir. Önemli olan, davranışı neyin tetiklediğinin farkındalığıdır. Sonradan farkına varılan dengesizlik ve pişmanlıklar, küçücük bir “keşke”ye sığmayacaktır.

Genellikle refleks davranışların kökü, genetik donanımlar taşıyan karaktere ters olmaz; ama düşünülmeden yapılan davranışlar duygusallığın etkisi altındadır. Duygusal durumlarda mantık değerleri ve toplumsal değerler, pek de etki edemez durumda olduğundan; refleks kaynaklı davranışlar görülecektir. Zaman zaman duygusallığın etken olduğu anlarda, davranışları zihin tetiklese de öte yanda zihnin etkileyemediği güçlü bir şekilde duran karakter, otorite konumunu sürdürecektir. Sosyal davranışlardaki etkisi ise kişiliği, davranışların belirleyicisi konumuna getirecektir. Bireyin bilinçlenme sürecinde toplumsal değerlerle donanması kişiliğinin etkisini öne çıkacağından, davranışlar genellikle kişiliğe uygun yapılacaktır. Kişilik gelişiminin -bilinçlenmeye paralel olarak- öğrenme süreciyle toplumsal değerleri yargılama konumuna gelmesi, etkisini güçlü kılar. Özellikle sosyal ortamlarda davranışın nasıl yapılacağını tetikleyen unsurun karakter değil, kişilik olduğu her an yaptığımız davranışlarda açık seçik görülebilecektir.

Davranışı tetikleyen etkenin his mi, duygu mu, düşünce mi yoksa kişilik mi olduğu yapılacak küçük bir sorgulama sonucunda ortaya çıkabilecektir. Davranışlarını toplumdaki sosyal değerler sistemine uyduranlara “karakterli” ifadesi, uyduramayanlara ise “karaktersiz” ifadesi kullanıldığını görmekteyiz; ama “kişiliğin” etkisinde olduğu pek düşünülmez. Davranışın, sosyal konum kaygısıyla “mış” gibi yapılabileceği bile nedense sorgulanmaz. “Olduğu gibi” mi, “olması gereken” gibi mi davrandığı göz ardı edilir. Toplumsal anlayışın değişimini -toplumun canlı bir organizma olduğu gerçeğini algılayarak- kişisel gelişimine uygulayan birey, kişiliğine bu değişimi uyguladığında; “çağdaş”, uygulayamadığında; “çağdışı” denmesinin özü nedir? Yüz sene önceki toplumsal anlayışın şu anda aynı olduğu söylenebilir mi? Karakterin, zamanla ilişkisi olmadan özde saklandığı algılandığında, sosyal dokudaki zıtlaşmaların kökü daha iyi algılanabilecektir. Bilincin devreye girdiği sekiz yaş sonrasında, karakterin tetiklediği davranış şekli değişmez durumdadır; ama sosyal baskı, her zaman etkin olmaya devam edecektir. Karakter, en güçlü desteğini aldığı benlik ile her zaman kol koladır ve ölünceye kadar değişmeyen değerler taşırlar. Kişiliğin zamanla değişmesinin ana nedeni, öğrenme ile ulaşılan bilinçlenmenin zamanla değişen toplumsal değerlere paralel olmasıdır. Ona uygun yaptığımız her davranışımız, bizi “uyumlu ve sosyal” yaptığı açıktır! “Mış” gibi yapılsa da her dönemde rağbet görmeye devam edecektir. Aykırı davranışlardaki karakter farklılığı, önemsenmez. Tarih, doğru bildiğini söyleyen ve aykırı düşünceler üreten aydınların ötekileştirilme garabeti, orada öylece durmaktadır! Sosyal davranış şeklinin, “mış gibi” olsa da toplumda rağbet görmesi her zaman önde tutulurken, düşünce insanlarının karşı davranışlarının ötekileştirilmesi devam edecektir.

Agresif, sabırsız, saygısız, öfkeli, hırçın ve kendini hep haklı gören insana karakter farlılığından olsa da saygı duyulmaz. Elbette toplumsal barış açısından, toplumsal uyum kuralları öne alınması zorunludur; ama baskı unsuru haline geldiğinde asi davranışlar önlenemeyecektir. Karakter farklılığına sığınılması da kabul görmeyecektir. Öte yandan toplumun istediği gibi davranan, istemese bile herkese gülücük saçan, herkesle iyi olma gayesiyle toplum kurallarını benimsemese bile uymuş gibi görünmenin; -“Ne kişilikli ve uyumlu iyi bir insan!” unvanı, kimi yüceltecektir? Oysaki asıl sorun, insanları olduğu gibi kabul edememektir. Kendini kabul edememe ile başlayan sürecin eksik ayakları, başka insanları da kendine benzeştiğinde makul görme mirası, bizi nereye vardıracaktır? Davranışların kişilikten mi, karakterden mi etkilendiği tartışıla dursun; insanın sosyal bir varlık olma zorunluluğu nedeniyle ortak toplumsal değerlerin etkilediği davranışlar, kişiliğin etkisinde olmaya devam edecektir.

 

Ahmet Bayındır

Eğitim ve Davranış Bilimci

İlişki ve Evlilik Danışmanı

Yaşam Koçu

İletişim: ahmetbayindir@gmail.com

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.