Hayatınızda Enerjinizi Çalan Hırsızlar Var mı?

22.04.2024
A+
A-
Eğitim ve Davranış Bilimci, İlişki ve Evlilik Danışmanı ve Yaşam Koçu

İnsanın, bireysel becerilerle elde ettiği donanımlarının gücü ederince, yaşam tarafından sunulan yaşamsal değerler, hayatın nasıl ilerleyeceğini belirler. Hayatın seyri, arzu edilen gibi olmadığında, bireysel beceri ve donanım eksikliğinden dolayı olmadığı kabul edilmesi zor olsa da o öyledir. Oysaki “Mutlu ve güçlü olmak, yaşamın her şeyi önümüze sunduğunu görebilme şansıdır.” Bu şansı kullanmanın, bir tek kuralı vardır; başarı ve çaba. Emeksiz, çabasız ve donanımsız o şans -görülse bile- asla elde edilmeyecektir.

Yaşamı, çok fazla yavrusu olan bir ineğe benzetirsek; annenin yeterince sütü de vardır, memesi de. Hiçbir yavrusunu ayırt etmeden, sunmaya hazırdır. Kimisi becerikliliği oranınca beslenirken, kimisi yavaş ve beceriksiz olduğundan önüne sunulan şansı değerlendiremez. Önüne sunulan şansı, bireysel becerileriyle yeterince değerlendirip yaşamsal donanımlarını tamamlayanlara;  -“Doğuştan şanslı canım.” demek doğru değildir. Annenin bir suçu yoktur. Her yavrusuna karşılıksız sunmaya devam etmektedir. Durum; her yavrunun kabiliyet, beceri ve aktifliğini şans olarak değerlendirip değerlendirememesi ile ilgilidir. Annenin torpil yaptığı düşünülemeyecektir.

Yaşam da hiçbir insanı ayırt etmez. Elbette doğuştan tüm yaşamsal değerleri, önünde hazır bulanlar olacaktır. Bulamayanlar da olacaktır. Çevre, sosyal konum ve aile kazanımları o şansın elde edilme sürecini hızlandırsa da sonuçta bireysel donanım farkı her yerde öne çıkacaktır. Bazen doğuştan şanslı olduğu düşünülenlerin aslında atıl, beceriksiz ve böbürlenme davranışlarıyla sürdürülen hayatları, yaşamsal donanımlarını kendi beceri ve emeği karşılığında elde edenlerin hazzından yoksun olarak sürecektir.

Kendi geleceğini çaba ve emeği ile ilmek ilmek ören, yaşamsal değerleri donanımlarıyla elde eden birinin hissettiği özgüven ve mutluluk; yaşam enerjileridir. Yaşamsal değerleri doğduğunda hazır bulanların, yaşamla çatışmaları olmasa da elde edilenlerin emekle ve bireysel donanımlarla elde edilmemesi, özgüven eksikliğine sebep olabilecektir. Elbette hazır buldukları değerleri, daha ileriye götürerek bireysel özgüven sağlayabilecek olanlar da olacaktır; ama hiçbir zaman o değerleri, tırnaklarıyla kazıyarak, zorlukları yenerek “yaşama kafa tutacak” seviyeye gelen birinin beceri ve özgüven hazları aynı kefeye konulamayacaktır.

Yıllar sonra albümlerde kalan arkadaşlarını göstererek -“Bu arkadaşımla aynı sınıfta idik, o şimdi nerelerde?” gibi cümlelerin sonunda söylenen kelimeler, hep olumsuzdur. Aslında bu bir itiraftır. -“Ama o, çok çalışkandı.” cümlesi konunun özeti gibidir. O arkadaşı, emeği ile teker teker çıktığı başarı merdivenlerini hazır bulmamış, bireysel donanımlarını kendi elde etmiştir. Belki de merdiveni bile kendi yapmıştır.

Hayatını başarılarla sürdürenlerin, içsel bir yücelme hissiyle duydukları haz ve mutluluklar, yaşama teşekkür etmek anlamı taşıyacaktır. İyi insan olmayı başaranların hisleri hep olumlu olduğundan, mutlu olmaya daha yatkındırlar. Onlar sosyal çevrenin içinde aktif, saygılı, sempatik ve gülümseyen bir duruşla hayatlarını sürdürürler. Öte yandan iyi insan olmayı başarmayanların çevresel uyumsuzluk ve çatışmaları bitmez. Hem kendilerini, hem de çevrelerini mutsuz ettiklerini fark etseler de aldırış etmezler. İçerindeki küçük de olsa neyin intikamını aldıklarının farkına varılmaması için çabalarını, kendileri bile anlamazlar.

Sosyal çevrenin içinde yer almak zorunda olduğumuz için karşıtlık içeren durumları önceden görmek, bazen mümkün olmasa da küçük ipuçlarıyla etrafımızda yaşamımızla kesişen insanların, bizi nasıl etkilediğini analiz etmek gerekecektir. Sosyal çevrede -sıkça karşılaşılan- negatif duygularını zehir gibi etraflarına yayan insan tipleri vardır. Olumlu şeylere sanki savaş açmışlardır. Olumsuz taraftan bakmayı severler. Oysaki “hayatta her şey, kendi zıttı” ile aynı ortamda bulunarak devam etmektedir. “Neden” kelimesinin içindeki isyan duygusunu bir marifetmiş gibi körükler dururlar. Olumsuzluğun dibinde yer alan, olumlu tarafı görememeleri aslında kendilerini daha çok etkilemektedir. Kendi hayatlarında da elbette olumlu yaşamsal değerler vardır; ama üzerindeki perde bir türlü sıyrılmaz.

Bir insan, sevdiği birine maddi değeri çok olmayan, sıradan sayılabilecek bir hediye almıştır. Sadece kendine özel olmasının içindeki duyguyu hissederek, ona her seferinde baktıkça mutlu olur. Hatta defalarca bakmasına rağmen içindeki aidiyet hissini, kendi hisleri ile birleştirir. Ne zaman ki negatif duyguları etrafına saçan biri görür; hissedilen mutluluğu ve hazzı görmesine rağmen; -“Ne güzelmiş.” demesi beklenirken, -“Bunu mu layık görmüş?” derse o bir enerji hızsızıdır aslında. Ondan uzak oldukça enerjinizi korursunuz. Hırsızlığını yapamaz ve sahipsiz kalan mutsuzluk, sizin yerinize ona geri döner. Mutsuzluk hissettikçe daha çok hırçınlaşsa da etkisi altına alacak birini bulması zaman almaz. Nedense toplum olarak her şeye olumsuz taraftan bakmayı pek severiz. Hemen dibindeki olumluluk hep öksüz bırakılır. Tedbirli olma bahanesi uydurulsa da aslında, ruhsal bir yetersizlik ifadesi olduğu akla gelmez.

Art niyetli ve saygısız insanlar, öncelikle karşısındaki insanı akıl almaz şekilde türettiği bir şeyle suçlu hissettirmekten çekinmezler. Sizi böylelikle kontrol etmeye çalışırlar. Başarılarınızı ve hayatınızdaki güzel şeyleri önemsizleştirerek kıskanırlar. İçten takdir ederler ama asla belli etmezler. Bir sebep olmamasına rağmen onları görünce rahatsızlık hissetmeniz boşuna değildir; çünkü içinizden onun negatif enerjisini hissedersiniz. Diğer insanlardan üstün olduklarını düşünürler. Dikkat ederseniz birilerini kullanma eğiliminde olduklarını çok çabuk fark edersiniz. Sizi önemsiyormuş gibi görünürler; ama sözlerinde siz olmazsınız. Bir sorun anlatacak olsanız; sizi dinlemek yerine kendini anlatarak üste çıkmaya çalışır. Hep kendilerinden söz etmek isterler. Söz etme sırasının size gelmesini istemezler; çünkü sizin ona göre iyi insan olmanızın ortaya çıkmasından korkmaktadırlar. Söz alamazsınız, ucu ucuna uladığı cümleleriyle sizi boğarlar. Karşı da çıkamazsınız. Yaptığınız mimikleri görmezden gelirler. Olumsuz karşılık verdiğinizde, -“Anlamamışsın” demekten de çekinmezler. Sadece o yeterlidir, sadece o bilir ve o anlatır. Hep ön planda olmak, tercih edilmek, alkışlanmak, haklısın denilmek onların gıdası gibidir. Yüksek perdeden konuşmayı marifet sayarlar. Fırsat bulduğunuzda konuşsanız da taktığı kulplara bir yenisini ekleyerek enerjinizi düşürmekten çekinmezler. Dinlendiklerinde ise sizden aldıklarını az sonra size satmaya kalkarak komik duruma düştüklerini bile anlamazlar. Ona yaptığınız hiçbir iyiliğin karşılığını göremezsiniz. Her zaman kendilerinin övülmesini istediklerinden, yaptığınız iyiliğin önemsizliğini size hissettirmeye çalışırlar.

Oysaki zekâ, insan olarak doğmuş herkesin sahip olabileceği bir yetidir; hangi yönde kullanıldığı önemlidir. Mantıkla birleştirildiğinde aklı, vicdanla birleştirildiğinde şefkati, tek başına bırakıldığında kurnazlığı tetikler. Onu yalnız bırakmamak gerekecektir. Yalnız kaldığında sadece egoyu besleyerek, sizin rehavete düşmenizi sağlar. Ego, zihnin ürettikleri ile doyar. Zihnin ise çoğunlukla defolu üretim yaptığını unutmamalısınız. Ondan uzak durdukça yaşamın şimdisini hissetme şansı elde edersiniz.

Etrafımızdaki enerji hırsızlarını, bir an önce fark edip etkisizleştiremediğimiz sürece, binbir emekle elde ettiğimiz enerjilerimizi sömürmelerini engelleyemeyiz.

Ahmet Bayındır

-Eğitim ve Davranış Bilimci

-İlişki ve Evlilik Danışmanı

-Yaşam Koçu

ahmetbayindir@gmail.com

 

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.