Önyargı, Tuzak Mı Yoksa Dost Mu?
Kaynaklarda “Önyargı, bir kişi ya da durumla ilişkin yeterli bilgi edinmeden, önceden peşin bir karara varmış olma durumudur.” olarak tanımlanır. Peşin karar nasıl gelişecektir? Bilgi yoksa nasıl bir sonuç olacaktır? Gelişen kararı ne etkilemiştir? Bu sorular başka bir etkinin olduğunu düşündürür. İnsanın doğumundan itibaren en yakın çevreden edindiği “Tüm deneyim ve söylemler, bilinçaltına atılır.”(1) gerçeği, aslında sonraki yaşamda bir önyargıdır. Doğumdan başlayarak her türlü davranış ve söylemler, daha sonraki yıllarda adeta kulağımıza fısıldanmış gibi etki gösterir. Her etki, önyargının temel taşlarını oluşturur; ama asla sonraki yaşamda devam edeceği anlamına gelmeyecektir. Farkındalık bilincinin tezahüründen önce bilinçsizliğe kılıf oluşturan önyargı etkisi, sorgulanarak kabule geçmedikçe birey varlığını bile tam hissedemeyecektir.
İnsan yaşamından ayrılamayacak kadar önemli olan önyargı, dış çevreye farklı görünme kaygısının sebebini oluşturur. Genellikle düşünülmeden; -“Önyargılı değilim” gibi garip bir ifade kullanılır. Adeta köşe bucak kaçılan davranışsal bir dinamiktir o! Önyargısızlığın nasıl olunabileceği algılanamadan önyargıyı reddetmek, aslında farklı görünme kaygısıdır; oysaki cümle söylenirken bile önyargıya, önyargılı olduğumuz fark edilmez!
Her diyaloğun temel taşı, önbilgiye ulaşma içgüdüsüyle olduğundan aslında önyargıya giden yol açılmış olur. Yaşamımızdaki ilişkilerin, başrol oyuncusudur. Bir insana, -“Merhaba” derken bile beyinde oluşan bir imaj ya da izdüşümün oluşması engellenemez. Yetersiz de olsa bir önbilgiye ulaşma arzusu doğar. İlk anda dış görünüm, yüz ifadesi, giyimi, saçı, ses tonu, seçilen kelime ve kelimenin vurgusundan küçük de olsa bilgi edinilir. Önyargı istemeden olsa başlamıştır. Aslında hiçbir önyargı yoktur önce; ama zaman, bilginin lehine işlemeye başlar. Kısa sürede, karşıya çaktırılmasa da görüş ve değerlendirme gelişir; oysaki bu değerlendirme önyargıyı tetiklemiştir. Düşüncenin beyni işgal etmeye başlamasıyla gelişen yargı, davranışları da etkileyecek güce erişmeye başlayacaktır.
Yargının sosyal çevredeki kötü anlamı nereden gelmektedir? Önyargılı mı ön bilgili mi olduğumuz bile anlaşılamadan, peşinen reddetmek gerekliliği neden duyulur? Kaynaklarda; “Bir kimse veya bir şeyle ilgili olarak belirli şart, olay ve görüntülere dayanarak önceden edinilmiş olumlu veya olumsuz peşin yargı ve fikirdir.” olarak tanımlanmasına rağmen, “Öteki şahıs ve gruplara karşı hoşgörüsüz, haksız ve ayırımcı tutumlardır.” anlamına da geldiği öngörülmektedir. Dogmatik kanaatleri içerdiğinden, değiştirilmesi oldukça zordur; ama kişinin karakterindeki davranış kalıbı da öne çıkmaya başlar. Kimi insanın, iyi niyetli olması veya olmaması dogmatikliğin keskinliğini törpüleyecektir. İlişkileri bozduğuna önyargılı(!) olsak da isabetli bir sonuç alındığında ne olacaktır? -“İyi ki önyargımı dinlemişimi mi diyeceğiz?” İyi sonuçlanacak olan bir ilişki veya diyaloğu engellediğinde, içten içten suçluluk duygusu duyulmayacak mı? Yetersiz bir bilgi veya öngörüyle oluşan önyargı, her zaman istenen gibi olmayacaktır. Önyargının tuzak mı, dost mu olduğu eylemin sonunda anlaşıldığı için önyargıya, önyargılı(!) olmamak gerektiğini düşünüyorum.
Önyargının, davranışları hangi yönde etkileyerek değiştireceği önceden öngörülemediği için keskinliğin ortadan kalkması gerekecektir. Öngörünün önyargıya evrilme sürecini asıl etkileyen güç, insanın karakteridir. Öngörünün gerçeklik derecesi, karakterin gücü ile bir şekle girerek önyargıyı oluşturur. Duyusal etkenler de bu süreci doğrudan etkiler. Nedense “öngörülü” olmak iyi karşılanır; hatta bir donanım derecesi. Önyargılı olmak istenmezmiş gibi rol yapılır; oysaki öngörü, önyargıyı tetiklemiştir. Öngörünün insan yaşamındaki önemi, her zaman önde tutulmuştur. Öngörü hangi etkenin etkisindedir ona bakmak gerecektir. Bilgiden mi, kabullenmeden mi yoksa duyumdan mı oluşmuştur? Beyne ulaşan bu etkilerin yoğunluğu ile doğan his, engellenemez. O his, düşünce ve duygu eleğinden geçerek davranışı tetikler. Davranış, öngörünün önyargıya dönüşmesi sonucunda gerçekleşmiştir. İyi sonuçlanan her iş veya durum, öngörüyle gerçekleşmiş gibi hissedilir; ama kötü sonuçlanınca önyargı oluverir! Sosyal çevrede -“Önyargısız, çok saf ve temiz düşünceler içindeyim.” dense de; asla gerçek değildir. Bilgi, şüphe, kaygı, korku, belirsizlik ve bilgisizlik her zaman önyargının temel belirleyicisi olmaya devam eder. Öngörü ile önyargı birbirlerini etkileyen iki kardeştir.
Önyargıya her zaman mesafeliymiş gibi görünme hali olsa da bazen sadece önyargının etkisiyle kaçırılan fırsat veya çıkarların ardından; -“Keşke önyargılı olmasaydım” dense de sosyal olarak yine de aklanmaz; ama içte aklanır.
Önyargı, “düşünsel, bilişsel ve duyusal” olarak da değerlendirilmektedir. Düşünsel önyargı biçimi, hislerle ilgili olduğundan yanılma olacaktır; ama bilişsel olarak gelişen önyargı biraz daha gerçeğe yaklaşabilecektir. Duyusal hisler o anın etkisinde olduğundan değişkendir ve yanılma payı yüksek olacaktır. Vicdan sahibi, duygusal, ince ruhlu, kibar ve iyi bir insan olmaya çalışan için önyargıya varmak elbette kolay değildir; ama yanılma payının sonucunda meydana gelen üzüntünün içte yarattığı tahribatın hesabını kim verecektir?
Diğer insanların hangi gözle baktığı ve değerlendirdiği göz önüne alındığında; kendi bakış açımıza göre değerlendirme yaptığımız ortaya çıkar ki bu bizim önyargımızdır. Önemli olanın, bilinçsizlikten arınabilmektir. Öngörünün güçlülüğü ile bilinçli olarak varılan önyargı, hayatın ana dinamiği olmaya devam edecektir. Bilinçsizliğin etkilediği sonuç, suçluluğu tetikleyecektir. Önemli olan kapsayıcı, objektif ve bilinçli önyargıya ulaşmaktır. Herhangi bir şey veya olayla ilgili yeterince bilgi sahibi olmadan tetiklenen önyargı, her zaman bizi zora sokabilecektir.
Çevre koşulları, medya, alınan eğitim ve kişisel deneyimlere göre gelişen önyargılar; toplumun genel karakteristiği olarak öne çıkarlar. Toplumsal etkileşim öne alındığında, bilinç seviyesinin gelişimiyle elde edilen farkındalıklar, toplumsal önyargıyı yıkma gücüne sahip olabileceği unutulmamalıdır. Önemli olan doğmatik toplumsal etkileşimlerden kaçınmaktır. Sorgulamalara ve bilgilere dayanmayan önyargıların kökünde, ya psikolojik ya da toplumsal kabul önyargıları vardır. Yanılsamaların olabileceği göz önüne alınmasıyla varılan öngörü etkisindeki önyargı, yol gösterici olabilecektir. Kabullenme veya bir başkasının fikri ile gelişen önyargılar, kişinin algıları ve davranışları arasında tutarsızlıklar yaratabilecektir. Önyargıyı, hayatın ana dinamiği mertebesinden bilinçsizliğin kılıfı haline döndürmemek her insanın elindedir. Bilinçsizliğin tetiklediği zan veya kabul ile gelişen bir önyargı, her zaman insan yaşamında bir tuzaktır. Acele karar vermeyi de tetiklediğinden, tuzağa düşmemek gerekecektir. Bir elmanın ağızda bıraktığı hoş bir aroma, tüm elmaları aklamayacağı gibi her tatsız olanın da diğerlerini aromasız yapmayacağı ilke edinilmelidir.
Önyargıları davranışa döndürmeden geliştirilecek içsel yargılama, dışsal yargılamaların daha akılcı ve bilinçli yapılmasını sağlayacaktır. Tuzak veya dost olabileceğinin yükünü, her zaman bireyin bilinç, zekâ ve algılama gücü taşımaya devam edecektir.