Özgüvenin Oluşma Evreleri ve Yaşama Etkisi

20.11.2023
A+
A-
Eğitim ve Davranış Bilimci, İlişki ve Evlilik Danışmanı ve Yaşam Koçu

Bilimsel kaynaklarda, “özgüven iki aşamada gerçekleşir” görüşü vardır. İlki; “kendisi için önemli olan bir alanda başarı sağladığında” diğeri; “Başarısının, çevresindeki insanlar tarafından kabul görüldüğünde.” Bu iki halin gerçekleşmesi, bireyin içten içe kendiyle gurur duyduğu andır. Bu gurur, sadece egonun tatmini değildir. İçi içine sığmaz olur. Mutlu olduğunun hissiyle çevresine enerji saçar. Dış görünüşünde bir ışıldama fark edilir. Etrafında gelişen olayları, olumlu karşılama eğilimine girer. Başarısının enerjisi kendini değerli hissetmesine yol açar. -“Ben olduğum için değerliyim” hissine ulaşması, bireyin kendine döndüğü andır. Özgüven hissine ulaşılması, karanlıktan aydınlığa çıkmak gibidir; ama iki halden birisi olmayınca özgüven kırılgan haldedir. Kişi, bir alanda çok başarılıysa; ama kendisini değerli hissetmiyorsa narsist olacaktır. Kendini değerli hissediyorsa; ama başarısı yoksa hem kırılgan, hem de hayatın zorluklarıyla mücadele etmek için kendisinde güç bulamaz hale gelecektir.

Özgüven oluşumu doğumla başlar. “Çocuğa koşulsuz sevgi sunmak.” Bu sevgi, hiçbir davranış şekline ve hiçbir başarıya bağlı olmamalıdır. Bu sürecin aileden okuldaki öğretmene kadar uzaması, özgüven için hazırlık yapılan zamanlardır. Ailedeki davranış ve tutumların bilinçsizce yapılması veya sevginin ardından bir korku hissinin aşılanması, çocukta ürkeklikten – korkuya kadar istenmeyen tepkilerin görülmesine yol açacaktır. Çocuğun 8 yaşına kadar her türlü davranış ve sözleri, doğrudan bilinçaltına attığının bilinmesi çok önemlidir. Birçok annenin bu gerçeği göz ardı etmesi, çocuğun ürkek ve özgüvene daha zor sahip olmasına sebep olacaktır. Yaşı gereği tepkilerini refleksle verdiğinden ve bilinçle yapılamayan davranış, annenin o anki psikolojisine uygun olmayabilecektir. En küçük sevgisizliği bile çocuğun hissettiği artık bilimsel bir gerçekliktir. Olumsuz bir bakış ya da davranışın olumsuzlaştığını hisseden çocuk, çaresizlik sendromuna adım atmaya başlayacaktır. Refleks davranışlarını korkarak ve çekinerek yapacaktır. Bu zamanlarda ağlaması ve hareketlerinin anlaşılması, çocukta sahiplenme ve kendini ifade edebilme becerisinin bilinçaltında olumlu yerleşmesine neden olacaktır. Dıştan gelen tüm tepki ve sözler, doğrudan bilinçaltına atılacak ve ömür boyu orada tetiklenmeleri beklenecektir! Özellikle annenin yorgunluk, sabırsızlık, bıkkınlık, pişmanlık gibi olumsuz hislerinin belli edilmemesi çabasında bile annenin bakışından hissedebileceği, bilimsel gerçeklerdendir. Bilinçsizce ve çaresizce gözünün içine baktığı annesinin göz bebeğindeki sevgi, belki de yaşamla savaşma donanımlarını verebilecek güçtedir. Sevgiyi veya şefkati görmek isterken orada gördüğü en küçük bir olumsuz his, çocuğun içine kapanmasına neden olabilecektir.

Ailede özellikle büyüklerin; -“Şunu yaparsan, seni daha çok severim.” gibi sevgiyi bir şarta bağlaması çok tehlikelidir. Bu, olumsuzluklarla dolu bir hayatın başlangıcı demektir aslında. Hiç bir davranışa ve eyleme bağlamaksızın hissettirilen sevgi ve takdir hissinin yanı sıra 2 etkenin de özgüveni arttırdığı kaynaklarda belirtilmektedir.

İlki; “Bireye, yüksek etik değerler kazandırmak.” Etik değerleri öğrenmiş bir çocuğun, bu değerlere uyum göstermesi kolaylaşacaktır. Uyum sağladıkça da kendini değerli hissetmeye devam edecektir. Çocuk, “Kendini değerli hissettiği zaman, büyük bir değerler sisteminin parçası olur ve kendi benliğini ifade edebilir hale gelir.” görüşü, özgüven hissinin çocukluktan başladığı kanıtını öne çıkarır. İleriki hayatında elde edeceği başarı ve kazanımlarını güzelleştiren, bu etik değerlerdir. Çocukluğun ilk yıllarında bu kazanımların önemli olduğu pek anlaşılamaz; ama ileriki yaşlarında görülecektir. Yaşamın bir defa yaşanılır olması ve geri dönülememesi, bu kazanımların değerinin daha çok bilinmesini gerektirecektir.

Diğeri; “Bireylere seçme hakkı vermek, özgüvene katkıda bulunur.” görüşü, özgüvenin oluşma sürecinde bir başka pencere açar. Seçme hakkını kullanma bilinci, bireyin kendini daha iyi ifade etmesine ve daha değerli hissetmesine yol açacaktır. Var olan potansiyelini tanıyacak, kendinin farkına varacak ve kendini olduğu gibi kabullenmesini kolaylaştıracaktır. Elde ettiği donanımlar, özgüveninin tamamlanmasına yol açacaktır. Bireyin kendini doğru tanıması, sınırlarını keşfetmesi, kendini yetenekli bulması ve problem çözme yeteneğine sahip olmasının keşfi onu hayata hazırlama sürecinde öne çıkaracaktır. Özgüvenini elde etme yolunda güç toplamasına sebep olacaktır.

Özgüvene uluşamamış olanlar, genellikle kendinden hoşnut değillerdir. Özgüvenin elde edilmesi; “Bireyin kendini yeterli bulmasını ve sevilebilir olma duygusunu hissettirir.” denmesi, hayatın anlamını nasıl değiştirebileceği bilincine ulaştıracaktır. Özgüveni elde edemediklerinde ise kendilerini çoğu zaman olumsuz sıfatlarla tanımlayıp, değersiz bulurlar. Bu değersizlik hissi, onları mutsuz edecektir. Yaşam kalitesini ve başarı düzeyini, olumsuz yönde etkileyecektir. Kendisi hakkında çevresinden, sürekli olumlu methiyeler duyma ihtiyacını tetikleyecektir. En küçük bir eleştiriye bile tahammüllerinin olmaması, onların hep gergin halde bulunmalarına yol açacaktır. Kendilerini yetersiz bulmaları ruhsal yapılarında çöküntüler oluşturacaktır. İyi şeyler duyunca kendilerini mutlu hissederler; ama bu genellikle çok kısa sürer. Çünkü hayat tek bir konu üzerine kurulu değildir. Her an bir başka yaşamsal etki ile baş başa olduğunu gördükçe, yetersizliğini daha çok hissedecektir. Hayatta özgüvenin tam olması, yaşam kalitesini artıran en önemli yaşam dinamiğidir. Aksi durumlarda mutsuzluk, onun peşini bırakmayacaktır. Hep gergin ve öfke doludur; normal düzeyde bir söze bile şiddetle cevap vermeleri, onların toplumdan soyutlanmalarına da yol açabilecektir. Eleştirilmek ona hakaret gibi geldiğinden, iyice içine kapanmasına sebep olacak ve kimseyle diyalog kurmama gibi bir çıkmaza sürüklenecektir. Bu da farkında olunmadan, toplumdan kaçma davranışına meyilli olanların ortaya çıkmalarını tetikleyebilecektir.

Özgüvensiz insanlarda belirgin bir şekilde ortaya çıkan beğenilmeme korkusu, eleştirilme korkusu, reddedilme korkusu yaşam kalitelerini oldukça düşürecektir. Gerçek duygu ve düşüncelerini ortaya koyduklarında dışlanma korkusu,  kendilerini başka bir kişilikte tanıtmalarına sebep olacaktır. Böylelikle kompleksli davranışların tam da ortasındadırlar. Bu süreç, kendinden uzaklaşmasına ve kendinden nefret etmesine yol açacaktır. Böyle bir insanın ne kendine ne de çevresindekilere olumlu katkısı olamayacaktır.

Özgüven eksikliği, kararsızlık gibi başka bir kişilik yetersizliğine de yol açar ki bireyin özgürlüğünü kısıtlayan, istediği gibi olmasını engelleyen davranışlar sergilemesi sonucunda  birey, yalnızlığa düşecektir. Toplum içinde yalnızlık hissedenlerden olumlu davranışlar beklenemeyecektir. Hayatları, riskler yumağına dönecektir. Yaşamanın anlamsızlaşmasıyla hep başarısız olacaklarına inanmaya başlayacaklardır. Üretemez, mutlu olamaz, mutluluk veremez, kimseyle sağlıklı diyalog kuramaz hale geleceklerdir. Ülkemizin içinden geçtiği süreç göz önüne alındığında bunun ne kadar önemli olduğu daha çok algılanacaktır.

Eğitim sistemimizin, toplumu oluşturan bireylere kişilik kazandırma sürecinde ne kadar katkı yaptığı tartışılır haldedir! Özgüvensiz, mutsuz ve kendinden nefret edenlerin, kendiyle barışık, kendini ve çevresini seven bireyler haline gelmesinin ne kadar önemli olduğunu anlamak zor değildir. Bireyin temel etkileşimlerinin gerçekleştiği ilk yıllarda annenin bilinç düzeyi, çocuğun ileriki yaşlardaki yolunu aydınlatacaktır. Özgüven taşlarının, koşulsuz sevgiyle doğumdan itibaren döşendiği gerçeğinin bilinmesi gerekecektir. Eğitim sistemimizin; bireylerin kişilik oluşumunda bireyselleşmelerini sağlayıp kendinden emin, saygılı, özgüvenli ve çağdaş olmaları için ortam hazırlaması artık bir zorunluluktur. Yarınki toplumun sorgulayıcı, sevgi dolu, saygılı, kişilikli, mutlu ve yaşam kalitesinin yüksekliği buna bağlıdır.

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.